Wes Anderson imzalı kısa filmleri Duygu Kocabaylıoğlu değerlendirdi.
Hollywood bağımsız sinemasının nev-i şahsına münhasır çocuğu olarak hayatımıza giren, son 20 yılda seyircisine biçimciliğin her formunu yaşatan Wes Anderson, bu sulara deyim yerindeyse hiç doymuyor, bilakis anlatım üslubunu (A.I- yapay zeka sağolsun) her geçen gün güçlenen animasyon ve efekt teknolojisiyle daha da sağlam inşa ediyor.
Fakat bugünkü bahsimiz salt Wes Anderson’ın harikalar diyarı sineması değil; onunla tencere kapak misali eşleşen -ki bu eşleşmelerden biri de Tim Burton’dır; Charlie’nin Çikolata Fabrikası‘nın hakkını teslim edelim- İngiliz yazar Roald Dahl‘ın okuyucuyu sarhoş eden hayal dünyası ve kurguya çok yakışan kalemi.
20. yüzyılın şaşırtıcı yazarlarından olan, özellikle çocuklara yönelik öyküleri ile bilinen ama büyüklere yönelik edebiyatıyla da etkileyici üslubunu koruyan Roald Dahl’ın, popüler eserlerine nazaran daha az bilinen dört öyküsü, Netflix’in hayata geçirdiği “Roald Dahl Koleksiyonu” projesi çerçevesinde Wes Anderson tarafından beyaz perdeye, daha doğrusu dijital platforma uyarlandı. Başta Şeker Henry’nin İnanılmaz Öyküsü (Can Yayınları) olmak üzere birden çok kitabı Türkçe’ye çevrilmiş olmasına rağmen ülkemizde pek de tanınmayan yazarın adına, eğer uyarlama meraklısı bir seyirci iseniz, Fantastic Mr. Fox ve Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nın “credits” bölümünde rastlamış olabilirsiniz.
Dijital işlerin tekelini halen elinde tutmayı başaran Netflix’in “Roald Dahl Koleksiyonu” için 686 milyon dolar gibi büyük bir telif bedeli ödeyerek bu uyarlama işe soyunduğunu ve bu bağlamda önümüze bu imzayı taşıyan daha çok kısa, orta ya da uzun metraj ya da dizi işi geleceğini not düşelim. Wes Anderson’ın hayata geçirdiği ilk dört uyarlamaya kısaca göz atacak olursak; “Şeker Henry’nin İnanılmaz Öyküsü”, “Kuğu“, “Fare Avcısı” ve “Zehir” adlı filmler 27-30 Eylül tarihlerinde arka arkaya platformda yayına girdi.
Projenin uyarlama senaristi ve yönetmeni olarak Anderson’ın bu işe ne kadar heves ve zevkle koyulduğu aşikar. Sanki şimdiye kadar ki sinema külliyatını ve o ‘çilekli cupcake kreması’ misali anlatım dilini Dahl koleksiyonunu çekmek için oluşturmuş gibi. Karşımızda 4 ayrı film var gibi görünse de aslında bunların tümü hem hikaye akışı, hem anlatım stili hem de oyuncu tercihleri açısından tek bir bütün film gibi, nihayetinde her biri yapbozun bir diğer parçası olarak birbirini tamamlıyor.
Dahl’ın orjinal hikayelerinde de buram buram hissettiğimiz sarkastik İngiliz mizahı, Wes Anderson’ın görsel şöleni ve çerçeve anlatıcı (narrator) üslup tercihiyle birleşince, ortaya uzun zamandır özlediğimiz bir sinemasal duygu çıkmış. Özellikle Dev Patel’in anlatıcı rolünü üstlendiği bölümlerde takip etmek izleyici açısından yer yer zorlaşsa da, tiyatrovari dekorlar arasında gezinen karakterlerin seyirciyle kurduğu direkt diyalog, herhalde bu dört filmin en öne çıkan ortak öğesi. Müthiş bir sanat yönetimi (ve tabii ki kostüm ve saç-makyaj ekibi) ile kurgulanan bu görsel şölende, bazen sahnelerin akışını, bazen de öykünün gidişatını kaçırıp geriye alıp tekrar izlemek isteyebilirsiniz; endişe etmeyin bu seri için bu hissiyatınız oldukça olağan. Üstelik senaryoların ve diyalogların orijinal hikayelere ve yazarın anlatım diline neredeyse %95 gibi yüksek bir oranla sadık kalarak sinemalaştırıldığını da ekleyelim. Yani, uyarlama sineması açısından rekor bir sadakat karşımızdaki.
Öykülerin içeriklerinde ise, Şeker Henry gerçekten şeker gibi akan bir hikayeye sahipken ‘Kuğu’ içeriğinden ötürü seyirciyi biraz gerip, üzebilir ama bu ’vurucu’ öyküyü dahi sembollerle süsleyerek anlatmayı çok iyi başarmış Wes Anderson. Fare Avcısı ve Zehir kısa filmleri ise farklı hikayelere işaret etse de aslında ikisi de insan doğasının hayvanların doğası ile sınanması fikrine dayanan, seyrederken hafif irrite edici olabilen ama her yerde kolay kolay da göremeyeceğiniz öyküler. Gerçek, gerçeküstü ve kurgusal arasında gidip gelen akışıyla bu dört yapım, ‘fictionın’ çoğu zaman hayattan daha gerçekçi olabileceğini hissettiriyor Anderson ve tabii ki Dahl..
Bu dörtleme uyarlamasında başta yazar Roald Dahl rolünde seyrettiğimiz Ralph Fiennes olmak üzere Benedict Cumberbatch, Ben Kingsley, Richard Ayoade, Dev Patel ve Rupert Friend ile çalışan Wes Anderson tüm oyuncularını farklı farklı karakterlere büründürerek, kelimenin tam anlamıyla dönüşümlü biçimde kullanarak, hem seyirciyi şaşırtıyor, hem de her oyuncudan çıkartabileceği birbirinden farklı performansları ustalıkla önümüze koyuyor. Fazla söze hacet bırakmadan her birine ayrı ayrı şapka çıkartmak lazım; belki Ben Kingsley’e biraz daha fazla iltimas geçerek…
Uzun lafın kısası bir orta metraj + üç kısa metrajdan ibaret leziz bir Wes Anderson “dörtlemesi”, Roald Dahl koleksiyonu uyarlamalarının ilk halkası olarak bu hafta sonu Netflix üyelerini bekliyor. Anasayfayı açıp da “Ben şimdi ne seyredeyim?” diye kara kara düşünen ve sıra dışı anlatımlara açık olan seyircilere hararetle tavsiye olunur. Ülkemizde sinemaya dair iç bunaltıcı tartışmaların yaşandığı şu günlerde antidepresan etkili… Üstelik henüz hiç okumadıysanız Roald Dahl’ın kalemi ile tanışmak için de leziz bir şans.
İyi seyirler!
Duygu Kocabaylıoğlu