Yönetmen Eylem Kaftan ile Adana Altın Koza Film Festivali’nde yarışan filmi “Bir Gün, 365 Saat”i konuştuk…
Bu yıl 30’uncusu düzenlenen Adana Altın Koza Film Festivali’nin ulusal yarışma filmlerinden “Bir Gün, 365 Saat”, aile içi cinsel tacize ve şiddete uğramış üç genç kadını merkezine alan hassas ve cesur konusuyla festivalin en çarpıcı filmiydi.
Eylem Kaftan imzalı filmde, isimleri değiştirilmiş bir şekilde kendilerini canlandıran Reyhan, Leyla ve Asya’nın yollarının nasıl kesiştiğine ve faillerle hukuk önünde hesaplaşmak için birlikte mücadele etme sürecine tanıklık ediyoruz.
Henüz 19 -20 yaşlarında olan üç genç, birbirleri için güvenli liman olup yeni bir hayatın ilk adımlarını birlikteliklerinden aldıkları güçle atarken, cesaretli adımlarıyla başka istismar mağdurlarının da hayatlarına dokunuyorlar. Çok sarsıcı hikayelerinin tamamen karanlık olmak zorunda olmadığını, umuda her zaman yer olduğunu hatırlatıyorlar böylece.
Reyhan, Leyla ve Asya, sadece filmde değil, film sonrası söyleşide de gelen soruları büyük bir içtenlikle cevaplarken filmi izleyenlere “Yalnız değilsin, umut var” mesajını vermek istediklerini vurguladılar. Altın Koza jürisi de onları “kendi gerçeklerini cesurca aktardıkları için” Mansiyon Ödülü’ne layık gördü.
Filmin yönetmeni Eylem Kaftan ile Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştirdiğimiz röportaja geçmeden önce, Leyla’nın ödül törenindeki şu sözlerini de eklemek istiyorum:
Bugün, yaşadığı travmalar nedeniyle bir günü 365 saat ağırlığında yaşayan herkesin bir gün zamanı su gibi akarak yaşaması dileğiyle…
Özden Sevgi Diler: “Bir Gün, 365” saati yapma fikri nasıl ortaya çıktı? Gördüğüm kadarıyla biraz kolektif bir fikrin ürünü gibi, ama sizin Eylem Kaftan olarak, ben bu hikayeyi anlatmak istiyorum dediğiniz nokta neydi?
Eylem Kaftan: Ahbap Derneği yönetim kurulu üyesiyim, 3-4 yıldır. Burada çok sayıda zor durumda olan, zor hayatlardan gelmiş bireylerle yollarımız kesişti onların hikayelerini dinledik. Tabii ben 22 senedir belgesel yaptığım için, insan hikayeleri benim için her zaman temel ilham kaynağı oluyor. Özellikle de bu insan hikayelerinin içinde acılarla beraber, köklü dönüşümler, mücadeleler ve umut verici bir yan varsa daha çok etkileniyorum, daha çok ilgimi çekiyor.
İnsan, insanın şifasıdır.
Yani insanlar bu büyük acılarla nasıl baş ediyor? Bu gücü nereden buluyorlar? Bunlar benim kendime sorduğum sorular ve insanın, insanın şifası olduğunu görüyoruz. İnsan, insanın şifasıdır. Ve insanlar ne kadar acı şeyler yaşarlarsa yaşasınlar onları seven ve güvenebilecekleri başka insanlar bulduklarında şifa bulabiliyorlar, tekrar kendilerini var etmek için bir güç bulabiliyorlar.
Aslında burada amaç bir istismar hikayesi yapmak değildi. Burada istismar üzerinden yolları kesişmiş üç kızın kız kardeşlik hikayesi; birbirlerine tutunarak acılara göğüs germelerinin ve adaletin peşine düşmelerinin hikayesi benim ilgimi çekti, beni etkiledi. Ama tabii şiddet ve cinsel şiddet, aile içi cinsel şiddet bütün dünyada sandığımızdan çok daha yaygın bir konu. Bu sadece Türkiye’de değil, pek çok ülkede çok yaygın. Bunun sandığımızdan çok daha yaygın olduğunu gördüğümüz noktada biraz daha spesifikleştirerek cinsel şiddete yönelmeye karar verdik. Benim yanımda Burcu Salihoğlu da vardı projeyi geliştirirken, onunla beraber kızlarla görüştük ve onların hikayelerinden çok etkilendik.